16 Ağustos 2015 Pazar

GÜLTEKİN AKYAR

Antik Çağ  ve  Şamanizm İnançlarının  Milas Halk Kültüründeki İzleri


         Anadolu, yani üzerinde yaşadığımız coğrafya Paleolitik çağdan yana sürekli bir iskana sahne olmuş, çeşitli göçlere, istilalara tanıklık etmiş ve bir çok medeniyete kucak açmıştır. Üç bine yakın antik yerleşim bölgesiyle yurdumuzu bir açık hava müzesi sayabiliriz. Çok kültürlülüğün içinde bile, kendi öz kültürünü oluşturabilmiş bir Anadolu’dan söz ediyorsak; inanç sistemlerinin de köklerine inmemiz gerekebilir. İnanç sistemlerinin izlerini ise, günümüz halk kültüründe bulmamız mümkündür. İnanç ve kültürleri bir zincir halkası gibi düşünürsek eğer, geçmiş kültür birikimlerinin birbirinden kopmadığı, aksine egemen kültürün potasında eriyerek, başka bir kimlikte var olduğu görülmüştür.
          Bu sürekliliğin güzel bir örneğini görmemiz için antik Karia sınırlarındaki Milas kentine bakmamız yeterlidir. Bugünkü Milas, Muğla ili sınırları içerisinde, günümüz Ege bölgesinin güney batısında bir ilçedir; ve antik çağın Karia bölgesinde yer almaktadır. Antik ismiyle Mylasa, Karia’nın en büyük ve mühim şehridir. İsmindeki eski Anadolu kentlerine has bir sonek takısı olan ‘asa’ eki bu kentin eski bir yerleşme olduğunun etimolojik kanıtıdır. Karlar kendine has savaşçı bir ulustur. Alkaios’un ‘Karia sorguçlarını titreterek’ demesi bu geçmişi fısıldar. Konuştukları dil Karca’dır,  Hellenler ‘kaba ve boğuk’ konuşan bu halkı, tüm Hellen olmayanları adlandırdıkları gibi, ‘barbar’ olarak tanımlarlar. Karca M.Ö. 3.yüzyıla dek Yunanca’ nın yanı sıra konuşula gelmiştir. Bugün halkın konuştuğu Milas ağzına şöyle bir kulak tuttuğunuzda Karca’nın kaba şivesinin esintisini hissedebilirsiniz. George Bean de bu tezi desteklercesine, bu şivenin Karia’nın mirası olduğunu eserinde belirtir.
      Labraunda kutsal alanında her yıl yapılan kutsal şölenin ve Karia’nın kadim tanrısı Zeus Karios’a sunulan boğa kurbanlarının günümüz halk kültüründeki izlerini, yakın bir geçmişte Aşkıdil   Akarca,1959 yılında gözlemlemiştir. Kuraklık zamanlarında yağmur duasına çıkan halkın uyguladığı antik bir kut törenini betimler. Milas’ın doğusundaki Kuyruklu Asar tepelerine çıkan halk burada Boğa dedenin mezarında genç bir boğa kurban ediyor; sonra eti parçalayıp, yabani hayvanların yemesi için etleri çalılara bırakıyorlardı. Akarca’ya göre bir tepede boğa keserek edilen bu yağmur duası, Labraundos kültünün kılıf değiştirmiş halidir. Karia’da yüksek tepeler ve dağ yerleşimleri Tanrı’ya ulaşmanın yoludur ve Zeus’a boğa kurban edilir. Milas’ta neredeyse her yüksek dağ ve tepede, taşlarla çevrili böyle kutsal alanlar mevcuttur; bu kutsal alana bazen ulu bir ağaç da eşlik eder. Orada bir mezar olup olmadığı meçhuldür, halkça bu çok da sorgulanmaz; çünkü önemli olan o  alanın kutsallığıdır. ‘Dede’ kavramı somut değil; soyut bir kavramdır. Adlandırıldığı tepeye koşulsuz kutsallık atfeder. Dilek dilenir; bez bağlanır; dilek gerçekleşince de  kurbanlar kesilir.
      Milas halk kültüründe böyle kutsal yerlerin, ulu ağaçların bir koruyucusu olduğuna inanılır. Bu kimi zaman kara bir yılandır. Bu yerleri tahrip etmeye gelen kötü niyetli kişilerin karşısına böyle bir yılan çıkabilir. İki bin yıl öncesine gidersek; Roma mitolojisinde yerin koruyucu ruhu yani ‘Genius Loci’ karşımıza çıkar; Genius Loci de yılan olarak betimlenir. Sizce bu bir tesadüf müdür yoksa kültürün kesintisiz aktığının bir göstergesi midir?
    Zaman durmaz; su gibi akar. Zamana hükmedilemese de suya hükmedilir biraz, suyun böylesine bol olmadığı zamanlarda Bodrum ve Milas yöresinde yapılan su sarnıçları böylesi bir hükmetme çabasını gösteren anıtlar gibi, bizi başı dik şekilde selamlar. Yöredeki sarnıçların kubbesine bakıldığında silindirik doğal bir taş göze çarpar, iyice bakarsanız bazılarının bir ‘fallus’ figürüne tıpa tıp benzediğini görebilirsiniz; öyledir de. Yöre halkına sorduğunuzda süs der geçer; ketumdur; gelenekler hakkında pek konuşmaz. Sarnıçların tepesindeki bu fallik simge, kökü Antik çağa dayanan, bereket ve üremeyle bağlantılı kültle ilintili olabilir. Aynı fallik figüre ‘kirman’ denilen yün eğirme aletinde de  rastlanır. Ortasından geçen çubuğun tepesi bir fallustan farksızdır. Bu inanç kaybolmadan yöre halkının, bellek ve uygulamasında hala varlığını sürdürür.
     Türkler Anadolu’ya adım atıp, Zeus Labraundos kutsal alanına geldiklerinde, o alanın kutsal suyunu kullandılar; evler ve keçiler için barınaklar yaptılar. Labranda antik kenti onlar için kutsal değildi; onlar kutsallığı başka bir yerde buldular: Türbe’de. Türbe köyü mezarlığındaki ‘Türbe’ hakkında bugün çeşitli efsaneler anlatılır.
     Bu yöre ve bir çok Çomakdağ köyleri sırtını Beşparmak dağlarına antik adıyla Latmos’a yaslar. Beşparmak dağları kendi efsaneleriyle var olur; Bafa gölünde mehtabın ipeksi ışıltılarına kapılıp giderseniz bir akşam, işte o zaman çoban Endymion ve Ay Tanrıçası Selene’nin aşkını hatırlayın. Köylülerden biri size, yılanın bir insana olan umutsuz aşkını anlatırsa şaşırmayın. Beşparmak dağları yani antik Latmos nice aşk hikayesini bünyesinde sırlamıştır çünkü.
     Milas yöresinde dağ  taş  bir yana, ağaca bile derin bir saygı duyulur. Bunun en somut örneği mersindir. Mersin fundalıklarda bulunan, bir Akdeniz iklimi bitkisidir. Yaprakları hoş kokulu, meyveleri mayhoştur. Yapraklarıyla milli bayramlarda zafer takları süslenir; Milas ve Bodrum yöresinde eskiden mezar başlarına bir demet mersin dikilirdi. Bunun ölüyü rahatlatacağına inanılırdı. Bu inancın kökeninde Antik çağ insanının orman perilerine olan inancı yatar. İnsanlar bu çağda her ağacın  canlı olduğuna, onların da insanlar gibi acı çektiklerine inanırlardı. Nitekim antik inanca göre mersin, Driyope adında bir kızdır; bir bitkiye zarar verdiği için, Tanrıların gazabına uğrar ve bir mersin ağacına dönüşür. Bugün Milas ve Bodrum yöresinde halk, hala ulu ağaçları kesmek istemez, yıkıma uğrayacağından korkar. Mersin dalları da gelişigüzel kırılmaz.
      Günümüz Milas inançları Antik inançların yanı sıra Şamanizm’den de büyük ölçüde etkilenmiştir. Türkler İslam’ı kabul ettikten sonra bile Şamanizmin güçlü etkilerini gündelik  gündelik yaşamda, hele de Milas kültüründe apaçık  görebiliriz. Göçer Yörüklerin kıl çadırlarına baktığınızda eski Türklerin mezar kurganları gibi kabarıktır, Orta Asya’dan gelenler şekilleri belleğinde koruyup aktarmıştır. Maviye ‘gök’ der köylüler; yeşile de aynı ismi verirler. Mavi ve yeşil Gök Tanrı ve ruhlarla ilintilidir çünkü. Gök renkli erkek kurt Gök Tanrı’nın da simgesidir.
     Dahası gökteki Ay ve Güneş te kutsaldır. Eski Selçuklu kabartmalarına baktığımızda erkek ve kadını temsilen ay ve güneş kabartmaları bulunur. Güneş dişi olarak algılanır; bu Umay kültüyle bağlantılıdır; Umay dişi ruhtur. Güneşin ve Ay’ın kutsallığına dair inancın izleri günümüz Milas’ında varlığını sürdürür hala. Güneş ve Ay tutulmasında havaya kurşun sıkılarak ya da teneke çalınarak, bu gök cisimlerinin eski haline gelmesinin sağlanmasına çalışılır.
      Kırsal kesimde halk, güneş doğarken uyuyandan bereketin kalkacağına inanır. Bu  Hunlar’ dan beri gelen güneş doğarken ona saygı gösterip, selamlama geleneğinin bir devamıdır.  Üstelik Milaslı halk; geç kalkanları :’Nasiplerin kapanır.’ diye de uyarmayı ihmal etmez.
      Güneş gibi ateş te bir yaşam kaynağıdır. Eski Türk toplulukları ateşte bir ruh olduğuna inanır; ateşin temizleyici, kötü ruhlardan ve hastalıklardan arındırıcı gücüne sığınırlardı. Bunun en yaygın kanıtı; Nazike Bozdağ(Milas-Beçin.85 Merhum)’ın yaptığı bir uygulamadır. Nazar değen hasta niyetine bir parça tuz alınır ve üstü okunulup; hasta kişiye bir parça verilir ve tuzun kalanı yanan ateşe atılır. Bu şekilde nazarın veya hastalığın gideceğine inanılır. Ateşe su veya çöp dökülmez. Ateş yuvanın devamlılığını simgeler; Eski Türkler’in ailenin en küçük oğluna ‘Od-tegin’(Ocak Prensi) demeleri bu soy devamlılığını ateşle bağlantı kurarak ifade etmenin bir başka biçimi sayılır.
      Bazen de ‘yad’ adı verilen bir yağmur taşının yağmuru getireceğine inanılır Şamanizm’de. Eskiden Milas’ta yağmur duasına çıkıldığında okunmuş taşların suya bırakılması bu ‘yad’ taşı geleneğinin bir devamı sayılabilir.
      Çomakdağ yöresindeki Ketendere, Kızılağaç, Gökbel, Sarıkaya, İkiztaş köylerinde ahşap kapı kanatlarında ve dolap kapaklarında ‘hayat ağacı ’motifi görülür. Aslında şaman denilen din adamlarının davulunda bulunan kayın ağacı resimleri, yaygın bir kültürü gösteren ‘Hayat Ağacı’ nı simgeler. Bu motif Orta Asya’daki kutsal kayın ağacı figürünün devamıdır.
     Yaşamda olduğu kadar, Milas’taki ölüm inançlarında da pek çok Şamanizm etkisi vardır. Bu yörede eskiden görülen; kadının kocasının veya ölen nişanlısının mezarına saç bırakması geleneğinin kökeni, Orta Asya’daki öbür dünyada ona eşlik etme ve yası ifade eden bir uygulamaya kadar dayanır. Kadın saçı buklelerine Eski Türk kurganlarında rastlanmıştır da.
      Eski Türkler, ruhun hortladığına,ve ancak ölümden üç, beş, yedi ve kırk günden sonraki şölenin ardından ölüler alemine gideceğine inanırdı. Günümüzde Anadolu ve Milas’ta ölünün ardından bu periyodlarda okunan mevlit uygulaması bu inancın apaçık devamıdır. Dahası ölenin elbiseleri birilerine verilerek, ruhun ev ile bağlantısının koparılması gerektiği vurgulanır. Ayakkabılarının ters çevrilmesi de, Eski Türk kurganlarında ölünün yanına konan eşyaların ters konulması geleneğinden gelir.
     Somut bir şeyler görmek isterseniz; Ketendere mezarlığındaki  insan biçimli, beton üstüne kazınmış eski mezar taşlarına göz atmak gerekir. Bu figürler Orta Asya’daki balbal tipli mezar figürleriyle aynıdır. Orta Asya’da ‘Balbal’ öldürülen düşman sayısı kadar mezar üstüne dikilen, insan biçimli heykellerdir. Mezarlar, çoğunda kutsal bir türbe veya cami etrafında yoğunlaşır; bu uygulama yöreye pek yabancı değildir; çünkü mezarla kutsal alanı bir araya getirmek Karia’ya özgü bir gelenektir.
   Bu ve bunun gibi Antik Çağ ve Şamanizm’e ait pek çok inanç ve uygulamayı Milas ve Bodrum yöresinde gözlemlememiz mümkündür. Çünkü tarih boyunca kutsallık elden ele; dilden dile aktarılarak sürer. Antik dönemlerin kutsal alanından sonra; Zeus ve diğer Tanrılara adanmış tapınaklara rastlanır. Zamanla bu tapınaklar bazilikalara çevrilir; kült heykellerin yerini haç alır. Daha sonra bazilikalar camiye dönüşür; kutsal haçın yerini hilal alır. Asırlar içinde değişmeyen tek şeyse; İnsanoğlu’nun inanma ve bir kutsala bel bağlama ihtiyacıdır. Bütün bu uygarlık ürünlerinin dışında, insan kokulu, insan boyalı bir tadı tuzu vardır Anadolu’nun. Toprağında insan soluğu tüter; dahası uygarlık kokar.

                                              

                                                           KAYNAKÇA


Akarca Aşkıdil ve Turan, Milas Coğrafyası ve Arkeolojisi, İstanbul 1955
Alpözen Oğuz, Antik Halikarnassos, Müze Eserleri turistik Yayınları 2000
Çoruhlu Yaşar, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, Kabalcı Yayınevi ,İstanbul 2010
Eren Naci, Hece Tahtaları-Antalya, Burdur, Bolu, Muğla Çevresi. Arkeoloji ve Sanat Yayınları İstanbul 1984
Eyüpoğlu, İsmet Zeki, Tanrı Yaratan Toprak: Anadolu, Sinan Yayınları, İstanbul  1973
İlimiz Muğla, Özgül Yayınları, İstanbul  Ağustos 1992
Koç Aladdin, Bodrum, Yeni Milas Matbaası 1974
Milas-Çomakdağ, Güney Ege Bölgesi Arkeolojisi ve Kırsal Mimarisi, Milli Reasürans Sanat Galerisi İstanbul Ocak 2010
Küçükeren Canan C., Karia: Ege’de Bir Anadolu Uygarlığı. Ekin Yayın, İstanbul
Strabon,Geographika.XIV.2    S.26 Arkeoloji  ve Sanat Yayınları İstanbul 2012

Tüfekçi, Nevzat Çağlar; Milas, Kentimiz, Sevdamız ve Hüznümüz Bizim. Milas Belediyesi Kültür Yayınları, Milas 2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder